14 Mayıs 2010 Cuma

Tarihsel Gelişim Sürecinde Kadın Hakları

Dr.Hatice Erdemir

MİTOLOJİDE KADIN

Yunan Mitolojisinde Kadın: Yunan mitolojisinde, Zeus tarafından insanlığı cezalandırmak için hazırlandığına inanılan ve "Tanrılar armağanı" anlamına gelen ilk kadın, Pandora'dır. Mitolojiye göre, Zeus kendinden ateşi çalıp insanlara veren Prometheus'un kardeşi Epimetheus'a balçıktan yapılmış tanrısal güzellik ve zekaya sahip Pandora'yı eş olarak gönderir. Kardeşinin tüm uyarılarına rağmen Epimetheus, Pandora ile evlenir.
Zeus, düğün hediyesi olarak, Pandora'ya topraktan yapılmış bir çömlek hediye eder ve evliliğin tamamlanmasından önce bu çömleği kesinlikle açmamasını söyler. Bir süre sonra merakına yenilen Pandora, çömleği açar ve içinden tüm kötülükler dünyaya yayılmaya başlar.
Pandora mutsuzluk ve dertlerin olmadığı dünyada yaşarken kadına özgü merakına yenilip çömleği açmıştır.
Hint Mitolojisinde Kadın:

Kadının Yaradılışı: Tanrı toprağın hafifliğini, ceylanın bakışını, sisin gözyaşını aldı. Rüzgarın kararsızlığını, tavşanın ürkekliğini buna ekledi. Üzerine kıymetli taşların sertliğini, balın tadını, kaplanın yırtıcılığını, ateşin yakıcılığını, kışın soğuğunu, kumrunun sevgisini kattı, karıştırdı kadını yarattı. Yarattığı kadını erkeğe
hediye etti.
Erkeğin Yaradılışı: Tanrı kaplumbağanın yavaşlığını, boğanın bakışını, fırtına bulutlarının kasvetini, tilkinin kurnazlığını, boranın dehşetini aldı. Sülüğün yapışkanlığını, kedinin nankörlüğünü, hindinin kabarısını, bukalemunun şıpsevdiliğini, sivrisineğin vızıltısını karıştırdı ve erkeği yarattı.Ve yarattığı erkeği adam etsin diye
kadına verdi.

ESKİÇAĞDAN YENİÇAĞ'A KADIN HAKLARI

M.Ö. II. Binyıl Başları: Anadolu'da Asur ticaret kolonileri Çağı'dır. Bu dönemde, kadınlar ticari hayatta hem malların üretiminde ve hem de pazarlanmasında bilfiil görev almaktaydılar. Kadınlar sadece ev ve çevresindeki işlerle değil, erkeklerin görev aldığı her tür işle de meşgul olurlardı. Tek kadınla evlilik esastı. Erkeklerin odalık ve cariye almalarına izin verilmişse de birinci zevcenin hakları kanunla garanti altına alınmıştı. Boşanan bir çiftin nikah dışında tekrardan birarada yaşamasına ise kanun ölüm cezası vermekteydi.

M.Ö. II. Binyıl Ortaları: Hititlerde Tavanna denilen kraliçe, kraldan sonra en yetkili görevlidir. Evlenme; kadının başlık parası verilerek alınmasına dayanmakla birlikte; devlet güvencesinde, miras ve mülkiyet hakkı vardır. Hititlerde evliliğin monogam olup olmadığı konusu açık değildir. Odalık ve cariyeler alındığı anlaşılmaktadır. Ancak, erkeğin resmi bir mukavele ile evlendiği ilk kadının meşru zevce olduğu, fakat bundan başka odalık ve cariyeler aldığına dair bilgiler de bulunmaktadır. Diğer taraftan, Hititler döneminde 'levirat'ın (kocası ölen bir kadının kayınbiraderlerinden birisi ya da kayınpederi tarafından eş olarak alınması) kabul edilmesiyle tek eşlilik kendiliğinden ortadan kalkmıştır. Özellikle aile servetinin yabancıya gitmemesi için alınan bu tedbir, Babil ve Asur hukukunda ve Tevrat'ta da yer almaktadır.

M.Ö. II.-I. Binyıl: Mısırlı ünlü Firavun Keops'un ise para sıkıntısı sebebiyle kızını bir geneleve kapattığını ve kendisine belli bir para getirmesini istediğini ve kızın da istemeyerek buna boyun eğdiğini yine Herodotos bize aktarmaktadır.

Eski Yunanlar, kız çocukların eğitimini evde annelerinin yanında yapmalarını uygun görmüşlerdir. Eski Yunan dünyasında Safo gibi kadın şairler de yetiştişmişti. Kadınların okur-yazar olmaları alışılmış bir durum olmakla birlikte, Safo gibi istisnalar dışında, kadınların genelde eğitim düzeyleri çok da yeterli değildi. Kadınların, örgü örme ve kumaş dokuma gibi becerileri kazanmalarına önem verilirdi. M.Ö. 451 yılında çıkarılan epigami yasasına göre Atina'da evlilik sadece Atinalı vatandaşlar arasında geçerliydi. Atina vatandaşı kadın ve erkekler arasında, evlilik öncesi engyesis adı verilen bir akit yapılırdı. Şahitler önünde gerçekleştirilen bu işlem, gelin, damat ve gelinin vasisi olan kyriosun hazır bulunduğu bir ortamda gerçekleştirilirdi. Kadın evleneceği erkeğin seçiminde söz sahibi değildi. Aile servetinin aile dışına gitmesini engellemek için kuzenler arasında yakın ve akraba evlilikleri yaygındı. Kocanın, evlilik devam ederken karısına kötü davranması halinde, kadının lehine
olarak kyrios, bazı hakları elinde bulundururdu. Üst tabakadan kadınların hayatları daha fazla ev içinde geçmekteydi. Yoksul ailelerdeki evli kadınlar ise geçimlerini sağlamak için tarlada işçi, pazarda satıcı ya da yardımcı olarak evlerde çalışırlardı.. Kadınlar da erkekler gibi dini kutlama, tiyatro, doğum, düğün ve ölüm
merasimlerine katılırlardı. Erkekler, köle ve metresleriyle yaşayabilirken, evli kadınların erkekleri aldatması boşanmayla sonuçlanır ve kadın toplumdan dışlanırdı. Evliliğin sona ermesi için erkeklerin, boşandıklarını ilan etmeleri yeterli iken, kadınların boşanabilmesi için ailelerinden yaşlı bir erkeğin vasiliğine ihtiyaç duyulmaktaydı. Sparta'da ise, kadınların Atinalı kadınlara göre daha serbest bir hayat sürdükleri anlaşılmaktadır.

Eskiçağ tarihçisi Herodotos'un bize aktardığına göre, Mısırlılar da Yunanlar gibi tek kadınla evlenmekteydiler.

Anadolu'da ve Önasya'da çok tanrılı dinler egemen olurken; tanrıça kültü, bu inancın parçası olarak halk arasında yaşamıştır. Tanrıça tapınımı, M.S. 4. yüzyıla kadar Anadolu ve çevresinde yaygın olarak devam ederken; Hıristiyanlığın Roma resmi dini olarak kabul edilmesi ile eski Pagan (çok tanrılı tabiat dinleri) inanç sembol, kurum ve tapınakları yok edilmiştir. Hıristiyanlık, eskiçağda, köklenmiş olan Tanrıça Kybele inancını yok etmek için, kadını ikinci plana iten bir tutum içine girmiştir. "Pandora'nın çömleği" mitolojisindekine benzer
şekilde, kutsal kitaplarda da kadının yaratılışı ve yasak meyvayı çalmak (ne olduğu bilinmeyen?) gibi bir suçun ona yüklenmesi kadını her türlü fenalığın kaynağı gibi göstermiştir.

Ortaçağda, Hıristiyanlık inancı, kadını manastır yaşamında tanrıya gönüllü hizmetkar olarak sunmuştur. Ayrıca yine Avrupa toplumlarında, birtakım tabii bitkileri kaynatarak sağıltmacı (insanları sağlığına kavuşturanlar) olarak hizmet veren kadınların bu işi büyü ya da sihirle yaptıkları düşünülerek onlara "cadı" misyonu da yüklenmiştir. Kadınların hislerinin güçlü ve insanlara olan şefkatlerinin fazla olması, onların şifalı bitkiler ve suyun kaynama noktasını ölçüm yapmadan birleştirmeleri sayesinde bu alanda iyi olmalarını sağlamıştır. Ancak Hıristiyanlık dogmaları içerisinde boğulmuş olan ortaçağ Avrupası kadınların yaptıkları bu işe, bilimsel bir değer verme yerine onları bu yaptıkları işlerden dolayı gizemli birer varlık olarak görmüş ve toplumu sağlığına kavuşturabilen bu kadınlar zaman zaman yakılmışlardır. Bugün halen Avrupa ülkelerinde "cadılar bayramı"
her yıl geleneksel olarak kutlanmakta ve cadıları temsil eden insanlar, sevimsiz, korkunç kadınlar kılığında sokaklarda dolaşmaktadırlar.

Avrupa'da soylu kadınların zaman zaman idari mekanizmada yer aldıkları anlaşılmaktadır. Ancak, bu durum bütün halka ve toplumun her kesimine uyarlanamamaktadır.

Ortaçağ doğu dünyasında, Hindistan'da kadınların, eşleri öldükten sonra kendilerini yakmaları şart olmasa da makbul görülmekteydi.

İslamiyetin doğuşundan önce Arap dünyasında ise, kız çocukların sadece cinsiyetleri sebebiyle, doğar doğmaz kendi yakınları, hatta babaları tarafından diri diri toprağa gömüldükleri bilinmektedir. En tabii hakları olması gereken "yaşama hakkı"nın henüz dünyaya gelir gelmez kadınların ellerinden alınması, ortaçağın  başlarında doğu dünyasında kadın haklarının ne derece varolduğu konusunda bize bilgi vermektedir.
İslamiyet, ne kadını ne de erkeği birbirinden üstün görmemiş, ancak her iki cinsin de birbirinden farklı ve birbirini tamamlayan özelliklere sahip olması sebebiyle herbirine farklı misyonlar yüklemiştir. Ancak bu durum, kadının ve erkeğin temel kişilik haklarından mahrum edilmesini de hiçbir şekilde önermemiştir. İslamiyet, ilk dönemlerde kadına gereken değeri verirken; diğer kültürlerin ve özellikle Bizans kültürünün etkisiyle kadın, islami değerlerin yanlış yorumlanması sebebiyle erkeğin gerisinde kalmıştır.

Türk destanları, devlet anlayışı ve halkın kadına bakışı ise gerçekten de oldukça eşittir. 6. yüzyıla tarihlenen Orhun kitabelerinde, İl Bilge Hatun'un, Kağanın yanında devlet işleriyle ilgilendiği belirtilmektedir. Benzer şekilde Tuğrul Bey'in eşi Altun Can Hatun ve Melikşah'ın eşi Terken Hatun'un da devlet işlerinde sözlerinin geçtiği bilinmektedir.

Ortaçağ batı dünyasının kadının haklarını hiçe saydığı bir dönemde, İbn-i Batuta, Anadolu'daki Müslüman-Türk kadınlarından bahsederken, "Burada kadınlar erkeklerden kaçmaz. Ayrılacağımız sırada sanki akrabamız gibi bizimle vedalaşırlar ve ayrılıktan duydukları üzüntüyü göz yaşlarıyla ifade ederler" demektedir. Macar şehrindeki hatıralarından bahsederken de İbn-i Batuta, "burada tuhaf bir hale şahit oldum ki, o da Türklerin kadınlara gösterdikleri aşırı hürmettir" demektedir.

Türk destanlarında da anne, kızkardeş ve eş olarak kadın erkekle eşitlik noktasında özgün bir yere sahiptir. Türk Türeyiş Destanları'nda kadın kutlu bir ışıkla hayat ağacından çıkarak Oğuz'a kahraman soylar veren bir peri kılığındadır. Türk destanlarında kadının bu şekilde kutlu bir ışıkla gelmesi, Türklerin kadına bakış açısının eski batı ve diğer toplumlardan ayrılan en belirgin özelliğidir. Dede Korkut Hikayeleri'nde, Banu Çiçek'in eşini seçmek için onunla güreşe tutuşması da eski ve ortaçağda Türk toplumlarında, kadınların eş seçimindeki hak ve özgürlüğünün açık bir ifadesidir.

Batı terminolojisinde "kötülüklerin anası" ve "babavatan" (vatherland) anlayışının gelişmesine karşı, Türkler "anafikir", "anadil", "anakara", "anavatan", "Hatun", "Devletana", "Hanımağa", "Osmanlı kadın", "Afşin (Hanımefendi)", "Devlet gibi kadın", "Anadolu'nun kadın erenleri (baciyan-ı Rum)" gibi ünvanlar ve hitaplarla, kadını yüceltmiştir. Yukarıdaki ifadelerden anlaşılacağı üzere, Osmanlı'nın kuruluş ve gelişme dönemlerinde kadının toplumsal haklarıyla ilgili belirgin ve genel sorunların bulunmadığı anlaşılmaktadır. Ancak Osmanlı'nın sonlarına doğru bütün dünyadaki ve devlet içindeki değişimlere bağlı olarak toplumdaki bozulma, kadının durumunu ve haklarını da etkilemiştir.

KADIN HAKLARI

Kadın hakları kavramı özellikle 19. yüzyılda büyük önem kazanmıştır. Dünya genelinde çok çeşitli kurum ve kuruluşlar kadınların karşılaştığı sorunların ve ayrımcılığın giderilmesi için çalışmalar yapmaktadır. Eskiçağdan günümüze, kadınların haklarıyla ilgili belli başlı sorunlar şunlardır:

1- Evde, toplumda, iş ve çalışma hayatında kadınlara yönelik olumsuz ayrımcılık yapılmaktadır.

2- Siyasette ve iş dünyasında, statü mesleklerinde çalışan kadınların oranı gelişmiş ülkelerde bile oldukça düşüktür.

3- Dünya çapında kadınlar, eğitim-öğretim ve sağlık hakkından yoksun veya ikinci planda bırakılmaktadır. Her yıl, yarım milyondan fazla kadın, gebelik ya da doğum sırasında hayatını kaybetmektedir.

4- Bir çok devletin hukuki düzenlemelerinde kadın-erkek ayrımı yapılmakta ve özellikle miras hukuku ve medeni hukuk düzenlemelerinde kadınlara olumsuz ayrımcılık uygulanmaktadır.

5- Dünyada birçok bölgede, kadınların eş seçme, evlilik, boşanma ve diğer temel medeni hakları tanınmamaktadır.

Gelişmekte olan bazı ülkelerde namus cinayetleri halen işlenmekte ve normal kabul edilmektedir. Namus cinayetleri özellikle güney Asya ve Ortadoğu ülkelerinin kabile hayatı süren toplumlarında yaygındır. Namus cinayeti genellikle İslam ile özdeşleştirilse de bazı Arap ülkelerindeki Dürzi ve Hıristiyan toplumlarında da namus cinayetlerine rastlanmaktadır. Namus cinayetleri en başta zina nedeniyle işlenirken, evlenmek istemeyen ya da boşanmak isteyen, hatta tecavüze uğrayan kadınlar da eşleri veya akrabaları tarafından  öldürülebilmektedirler. Bu toplumlarda kadına hak görülen zulüm ve cezalar aynı "suçu" işleyen erkeklere uygulanmamaktadır.

6- Kadınlara yönelik fiziki şiddet ve psikolojik baskı en çağdaş ülkelerde bile tam anlamıyla kırılamamıştır.

Dünyada her 3 kadından 1'i hayatının bir döneminde şiddete maruz kalmakta, her 5 kadından 1'i hayatının bir döneminde tecavüz veya tecavüz girişimi kurbanı olmaktadır. ABD'de her 90 saniyede 1 kadın tecavüze uğrarken, işgal altındaki ülkelerde çok sayıda kadının tecavüze uğradığı İnsan Hakları İzleme Örgütü'nün raporlarında yer almaktadır. Kadın cinayet kurbanlarının yüzde 70'i eşleri ya da sevgilileri tarafından öldürülmektedir.

BİRLEŞMİŞ MİLLETLERDE KADININ İNSAN HAKLARI

Kadın hakları, kadınların erkeklere eşit şekilde sahip olduğu sosyo-ekonomik, siyasi ve yasal hakların tamamıdır. Bir kavram olarak "insan hakları" 19. yüzyılın sonu ile 20. yüzyılın başlarında "insan hakları evrensel beyannamesi"yle ortaya çıkmıştır. Kadın hakları bunların elbette dışında değildir. Ancak, kanunları koyup uygulayanların da erkek olmaları ve kadınların toplumda ve iş hayatında ikinci planda görülmeleri sebebiyle kadınlar hayatın her aşamasında bazı haklardan yoksun kalmışlardır. Sadece cinsiyetinden dolayı ezilen, horlanan, küçümsenen kadının aynı zamanda anne, eş, kardeş, teyze, hala ya da evlat olduğu çoğu zaman gözardı edilmiştir. Bir toplumda, ancak ezilen, horlanan ve bazı şeylerden mahrum bırakılan insanların hakları
için mücadele edebilecekleri unutulmamalıdır. İşte kadın hakları, ancak Haziran 1993 Viyana Dünya İnsan Hakları Konferansı'yla gündeme gelebilmiştir. 1993 Konferansı'nın, kadın haklarının insan hakları olduğunu dünya gündemine taşımak için iyi bir fırsat olduğu düşüncesiyle harekete geçen dünya kadınları, dünyanın dört bir köşesinden kadın kuruluşlarının ve bağımsız kadınların katıldığı "Kadının İnsan Hakları" kampanyasında biraraya gelmişlerdir. Bu başarılı kampanya sonunda devletler düzeyindeki Dünya İnsan Hakları Konferansı, "kadınların ve kız çocuklarının insan haklarının evrensel insan haklarının ayrılmaz, bölünmez ve vazgeçilmez bir parçası" olduğunu kabul etmiştir. O güne kadar, "özel alan" içinde yer aldıkları için devletlerin yetki alanına girmediği düşünülen insan hakları ihlalleri, devletlerarası resmi konferansların gündemlerine uluslararası kadın hareketi tarafından sokulmuştur. Uluslararası kadın hareketi, geleneksel insan hakları yaklaşımındaki özel alan-kamusal alan ayrımını sorgulayarak, on yıllık bir süreç içinde insan haklarının kapsamında temelli bir dönüşüme yol açmıştır. Aile içi şiddet, toplu tecavüzler, kadının beden bütünlüğüne yönelik hak ihlalleri, cinsel hakların, doğurganlık haklarının ihlali böylelikle BM kararlarında ve uluslararası sözleşmelerde insan hakları olarak yer almaya başlamıştır. Ancak, bu noktada, bazı çevrelerin halen kadının beden bütünlüğüne, cinsel ve doğurganlık haklarına yönelik ihlalleri insan hakları çerçevesi dışında bırakmak için çalışmaya devam ettikleri de görülmektedir.

Sonuç: Bu konuyla ilgili olarak, dikkatlerinizi Atatürk'ün Meclis'te yaptığı bir konuşmasındaki ifadelerine çekmek istiyorum. "Bugünün gereklerinden biri de kadınlarımızın her bakımdan yükselmelerini temindir. Binaenaleyh kadınlarımız da alim ve mütefennin olacaklar ve erkeklerin geçtikleri bütün öğretim  basamaklarından geçeceklerdir. Sonra kadınlar toplum hayatında erkeklerle beraber yürüyerek birbirinin yardımcısı ve destekçisi olacaktır."

Seçme ve seçilme hakkı

19. yüzyılın sonlarında kadınların oy verme hakkına kavuşabilmesi konusu kadın hakları hareketi için önemli bir aşama temsil etmiştir.

-Yeni Zellanda'da kadınlara seçme hakkı 1893 yılında, seçilme hakkı 1918'de verilmiştir. Bu yasa tüm ırktan kadınları kapsar.

-1902'de Avusturalya'da kadınlar seçme hakkı kazanmıştır.

-1906 yılında Finlandiya kadın vatandaşlarına seçme ve seçilme hakkı tanıyan ilk Avrupa ülkesi olmuştur. O yıllarda Rusya büyük çarlığına bağlı bir düklük olan Finlandiya, dünyada ilk kadın milletvekillerinin meclise girdiği ülke ünvanını da taşır. 1907 yılında 19 kadın milletvekili meclise girmeyi başarmıştır.

-Norveç 1913'te, Danimarka ve o zaman Danimarka'ya bağlı olan İzlanda da 1915'de kadınlara oy hakkı vermiştir.

-Kanada'da Quebec bölgesi hariç, kadınlar 1917'de seçme ve 1920'de seçilme hakkı elde ederken, Quebec'de kadınlara seçme ve seçilme hakkı 1940 yılında verilmiştir.

-1917'de Rusya ve eski Sovyet cumhuriyetlerinden bir kısmında da kadınlar seçme ve seçilme hakkı elde etmişlerdir. Bu hak 1918 yılı genel seçimlerinde ilk defa kullanılmıştır.

-12 Kasım 1918'de Avusturya kadınlarına oy hakkı vermiş, onu takip eden günlerde 30 Kasım 1918'de Almanya'da kadınların seçme ve seçilme hakkı yasayla garantilenmiş ve 19 Ocak 1919 seçimlerinde kadınlar ilk defa oy kullanmıştır.

-Amerika Birleşik Devletleri'nde 1920 yılında yürürlüğe giren anayasa değişikliği ile ülke genelinde kadınlara oy verme hakkı tanınmış, Kasım 1920'de kadınlar ilk parlemento seçimlerine katılmışlardır.

-1918 yılında 30 yaşının üstünde olup, bazı özel durumlarda oy kullanabilme hakkını elde etmiş olan, Birleşik Krallık kadınları için tam oy hakkı 1928 yılında sağlanmıştır.

-Güney Afrika Cumhuriyeti ırklarına göre kadınlara 1930'da beyaz ırka, 1984'de Hint ırkına , 1994'de de siyah ırka, oy hakkı tanımıştır.

-Türkiye'de kadınlar 20 Mart 1930'da belediye seçimlerinde seçme ve seçilme hakkı kazandılar. 1933'te Köy Kanunu'nda muhtar seçme ve köy heyetine seçilme hakkı düzenlendi. Milletvekili seçimlerinde seçme ve seçilme hakkına ise 5 Aralık1934'te yapılan anayasa değişikliğiyle kavuştular. 8 Şubat 1935'de ilk defa meclis seçimlerine katılan Türk kadınları mecliste 17 sandalye elde ettiler.

-Fransa'da 4 Ekim 1944'de yapılan yasa değişikliğiyle kadınlara seçme ve seçilme hakkı verildi. 29 Nisan 1945'te ilk defa belediye seçimlerine katılan kadınlar 21 Ekim 1945'te de ilk defa parlemento seçimlerinde oy kullandılar.

-1925'de belediye seçimlerinde oy kullanmaya başlayan İtalyan kadınları 1946'da ilk genel seçimlere katıldılar.

-Brezilya'da 1934'de, Filipinler'de 1937'de, Arjantin ve Meksika'da 1946'da, Japonya'da 1945'te, Çin'de 1947'de, Liberya'da 1947'de, Uganda'da 1958'de ve Nijerya'da 1960'da kadınlar oy verme hakkına sahip oldular.

-İsviçre'de kadınların seçme ve seçilme hakkını elde etmesi 7 Şubat 1971, İsviçre'ye bağlı Appenzell kantonunda 1990.

Bu metin Celal Bayar Üniversitesi CAhmetli Meslek Yüksekokulu ve Ahmetli Kaymakamlığı'nın ortaklaşa düzenledikleri "İnsan Hakları" ile ilgili Panelde sunulmuştur.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder